ÖLÜMÜN ÖĞRETTİĞİ / Can Dündar

Size de olur mu bilmem ; her ölümün ardından yaşamın peşine düşerim ben...
Yakın bir dostu toprağa verir vermez, kabrinin çiçekleri kurumadan daha,
ihmal edilmiş kapıları çalar, özlenip gidilmemiş adresleri ararım;
eski dostlukların tozunu alır, cam gibi parlatırım.

İşi gücü boşlar, gecikmiş hal hatır sormaların, dar günde omuz 
omuza durmaların kapısını aralarım. Hele erken ölüm... hele erken ölümler...
Tuhaftır, yitirilmiş ortak dostların ardından 'sesini duymak istedim'
telefonları gelir eş dosttan da... 'hadi kaçıp bir şeyler içelim'
davetleri, 'sana gecen gün haksizlik ettim' itiraflarına dönüşür; 

gecikmiş günah çıkarmalar, samimi özeleştiriler, sıcak dokunuşlar getirir ardı sıra...
Anlarım ki herkes benim gibi paniktedir. Bir musalla taşının soğukluğuyla ürperir

yalnız kalpler ve ısınmak için hayırsız sevdalara koşulur, gündelik telaşta kırıp

döktüklerini tamire çıkarır insanoğlu...
Ölüm, yaşamı öğretir bize; döverek sevmeyi belleten hoyrat bir 
anne gibi...sevgi doğurur ecelinden...

Joe Black filmi, 65. yaş gününün arifesinde kendi ölümüyle tanışan
zengin bir işadamının öyküsünü anlatıyor.
Ölüm önce derinlerden yankılanan tok bir ses olarak, sonra da
yakışıklı bir genç adamın bedenine girerek çıkıp geliyor ve işadamına sayılı
günü kaldığını söylüyor. Adam son günlerini eceliyle bir arada geçiriyor.
Giderayak asılıyor hayatın daha önce asılmadığı iplerine...
İs yemeklerinin yerini aile sofraları alıyor, dostunu düşmanını 
daha iyi tanıyor. Bu arada 'ecel', 'is için' geldiği evde 'hayati ve sevgiyi'
tanıyor, o da neredeyse 'iş' ini unutup aşkın peşine düşüyor.
Ecel bir ölüye hayat verirken, hayat ölümü bile dize getiriyor.
Barış Manço 'nun ardından yıllardır birbirini görmemiş hatta
sevmemiş barış severlerin nasıl kenetlenip, hızla kirlenen dünyaya temiz 
hava saçan, tek tük kalmış birkaç çınara sımsıkı sarıldıklarını görünce
ölümün yine hepimize hayat taşıdığını fark ettim.
Ecel Joe Black filmindeki gibi küçük oyunlar oynuyor bize...
Barış 'a son demecinde 'İNSAN YAPTIKLARIYLA YAŞAR' dedirtiyor.
Ve biz her ölümde bir kez daha anlıyoruz ki, ecele karşı tek 
direniş noktamız hayata sarılmaktır.
Bir musalla taşının ne kadar soğuk olduğunu görünce anlıyoruz, 
bunca hırsın, onca itişmenin saçmalığını...
Ölüm, anlamsızlığıyla hayati anlamlandırıyor.

'Hayatın havaya attığımız 5 topla oynanan oyun olduğunu düşünelim':
'Bu toplar işimiz, ailemiz, sağlığımız, dostluklarımız ve benliğimizdir.

Bu 5 top içinde bir tek işimiz lastik bir toptur. Düşürürsek
zıplatabiliriz. Ancak diğer 4 top camdan yapılmıştır. Düşerse
kırılır, yerine konulamazlar. Bunu fark etmeli ve hayatımızı bu dengeye göre
kurmalıyız. Oysa hepimiz o ilk lastik topu tutabilmek uğruna diğerlerini kırıp
dökmüyor muyuz ?

* Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın. Sıkıca asılın onlara,

   tıpkı hayata asıldığınız gibi...  Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır.
* Hayatinizi asla aşka kapatmayın. Aşkı bulmanın en kısa yolu, aşık olmaktır, 

   korumanın en iyi yolu ise ona kanat takmak...
* Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın.

   Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk

   olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
* Dün tarih oldu... Yarın bir sır... Bugünün kıymetini bilin.


CAN DÜNDAR / 08.02.1999 / SABAH